Esra Yalazan, kahramanlarinin kaderini yazan, ama kendi kaderini tayin edemeyen yazarlarin hikâyelerinde dolasirken, bu serüvene sadece kendi sesini, hayallerini, hatiralarini mi ekliyor? Yoksa hükümrani olmadigi kaderinin kelimelerini buldugu için mi, bir edebî metni ustalikla söküp kendi hayat örgüsü üzerinden yeniden dikiyor? Peki edebiyatla zenginlesen hayatlar, anlaticinin kalemine kader biçerken biz okurlar nerede duruyoruz? Nasil oluyor da seyircisi oldugumuz bir temsilin tam da ortasina düsüyoruz? Birbirine dolanan bunca kader, hikâye mümkün mü sadelesip derinlessin? Ama nasil öyle oluyor? Ve biz, Âdem'e isimlerin ögretilmesinden beri kelimeler'in kader oldugunu bilmeden mi biliyoruz? Ilk yaratilisin anlamini? Ruhun ve kalbin irtifaini? Sahi biliyor muyuz? Woolf, Borges, Fowles, Joyce, Zweig, Hesse, Marquez, Buzatti, Sandor Marai, Gide, Pasternak, Tanpinar, A. Sinasi Hisar, Sabahattin Ali, Refik Halit Karay, Tezer Özlü ve digerleri… Esra Yalazan'in, okura kendi aynasinda seyrettirdigi, denemenin sinirlarini asip kimi zaman hikâyeye dönüsen yazilari, Kelimeler ve Kader'de bulustu. Bir yazardan, bir hikâyeden, bazen bir andan yola çikarak susmayi, anlatmayi, bakmayi, derinlesmeyi, vazgeçmeyi, açilmayi sonra yine kapanmayi isteyen yazilar, kaderlerine dogru savruluyorlar. "Kâinatta kaybolan kelimeler, talihin rüzgâriyla yer degistiren nesneler, zihinlerde henüz açiga çikmamis düsünce kirintilari, yazinin yetersiz kaldigi yerde tek basina kivranan tarifsiz acilar... Kendilerini dinleyecek birilerini ariyor sanki. Ve bazen böyle harabelerin üst üste yigilmasiyla yenilenen sehirler gibi, çok katmanli hikâyelerden, cevabi müphem sorulardan, hakikatin ruhundan beslenen incelikli bir romanda bulusuyorlar."
Renk Bilgisi
karışıkçokrenkli