Gönül gözüyle mi, dünya gözüyle mi bakacaksın bana?
Cevap vermedi. Bekliyordu. Beyaz Renault gelse, onu kurtarsa Ama Renault yavaştı, sabredemeyeceği kadar yavaş Sabah güneşinin sıcaklığını, sarının turuncuya çalan parlak yansımasını önünde uzanan yolda, yolu çevreleyen çorak toprakta, sonra da yüzünde hissetti. Gözleri kamaşmıştı. Gözlüklerindeki lekeler belirginleşmiş, önündeki manzarayla gözleri arasına kirli bir perde örmüştü. Kendi kendine güldü. O, dünyaya kirli gözlük camlarıyla bakıyordu ve beyaz Renault’nun şoföründen medet umuyordu.
Arzuladığı Ses’ten, sesin sahibinden kurtulmaktı ama bunu yapabilmek için onunla yüzleşmesi gerekiyordu. Bu, çelişki değil miydi? Çelişkinin, çatışmanın olduğu yerde huzur arıyordu. Belki de yüzleşmeye yüklediği anlam yanlıştı. Aslında yüzleşme derken yüz yüze gelmeyi, savaşmayı değil, tanımayı kastediyordu. Tanımak ise, insanın gördüğünden kaçmasını değil, gördüğüyle bir miktar da olsa aynılaşmasını gerektiriyordu, tıpkı aynaya bakmak gibi
Filiz Elasu, bu sefer Salih’in aynasına bakmaya davet ediyor bizi. Bakmadan geçemeyeceğiniz, görmeden edemeyeceğiniz mekânı ve etkileyici atmosferiyle; trajedi ve mucizenin birlikteliğini, tarihin ve şimdinin seslerinde duyacağınız; hayâli ve gerçek karakterlerin eşliğinde bir hikâyenin, varlığa ilişkin türlü sorunun peşinde bir yolculuğa çıkarıyor.
Adsız’da Yedi Gün bir yolculuk romanı, dışa olduğu kadar içe de dönük bir yolculuk
Renk Bilgisi
karışıkçokrenkli