On üç buçuk milyar yıl önce, nokta-i gaybdan aşk ile süzülegelen dâsitâni varoluşumuzun, sonsuzluktan gelip sonsuzluğa gitmekte olduğunu söylüyor arifân ve hezârfen ilim insanları…
Hû ve Hüve’den sudûr etmiş olan bu ilahî kozmogoninin her bir nüvesi, yani şimdiki meşhûr adıyla “Tanrı Parçacığı”, ilk kaynağından ve hâs rabbiyesinden aldığı mümkünleriyle ve varoluşsal özüyle mütemadiyen aşk yolcuğuna devam ediyor.
Hâsılı, cümle varlık, varoluşun koynunda, adeta bir aşk demeti olarak kendi mertebesinin bir ümmeti, yahut bir milleti olmayı deruhte ediyor: Kuşlar, balıklar, ağaçlar, dağlar, taşlar, cânlar, cinler, şeyâtin, melekler, felekler, burçlar, yıldızlar, süpernovalar, galaksiler ve daha neler…
Ve husûsen insan… Varlığın gözbebeği… Ontolojik bir ilke… Varoluşun onuru ve övüncü… Hakk’ın aynası, halkın mayası… Kaderin ve kazânın mihveri… Doğunun bilgesi, Batının epistemesi… Etik ve estetiğin hâmurkârı… Âlemlerin hükümdârı…
İnsan; varlığın pişekârı… Husûsen insan-ı kâmil… Şifâcı, inşâcı, emek ve değer üreten kutlu bir Sultan…
Elinizdeki bu mütevazî çalışma, Doğu hikemiyâtının ve Batı metafiziğinin patikalarında insanın ve husûsen ‘insan-ı kâmil’in ayak izlerini takip ederek, Heidegger’in “Varlık ve Zaman” ilişkisini, İbn Arabî’nin “Varlık ve İnsan” bitişikliğinde yeniden konumlandırmaya çalışıyor.
Sayfa Sayısı
karışıkçokrenkli