Sokakta yürürken, alisveriste, parkta, dolmusta otobüste, kuyruk beklerken ’kulagini atar’ ya insan bazen; degisik insanlarin degisik dertlerinden, aci hayat hikâyelerinden, münakasalardan, belki de sevinçlerden kesitler isitir. Bazen öylesine duyup geçer bunlari; bazen de zihni isittiklerinin pesine takilir gider, baskalarinin hayatlarini kurgular kafasinda, ya da kulagina çalinanlar kendi hayatiyla ilgili düsüncelerini, sezilerini tetikler. Umumi yerlerde kulagini ortaya atmayi sevenler habis dedikoducular degildir ille; bazen de, belki de içgörülerini, empati yeteneklerini bileylemek için yapiyorlardir bunu! Acaba Baris Biçakçi da öyle mi yapmis, böyle biri midir, bilemeyiz. Ama “neticenin“ ya da okur üzerindeki tesirin öyle oldugu kesin. Herkes Herkesle Dostmus Gibi’de sokakta birbirine teget geçen insanlarin hayatlari da birbirine teget geçiyor, bazen de içiçe giriyor, birbirine ulaniyor. Hayatlari tasiyan sözlerin birbirine ulandigi o ’hemzemin geçit’ anlari, ustaca. Bütün insanlari ve onlarin dünyalarini aynilastiran ’basit’ bir naiflik de yok bu geçislerde, farkli hayatlari kendi içinden anlayabilen bir gönül gözü var. Onun için: Herkes Herkesle Dostmus Gibi... Ama dogrusu “herkesler“ de yok bu gezintide. “Yukaridakiler“ yok. “Siradan“ insanlar, “küçük“ insanlar var. Ögrenci, memur, küçük esnaf, emekli, evhanimi... onlar. “Siradan“ insanlarin “siradan“ maiset meselelerini, küçük hesaplarini, tasalarini, asklarini, tutkularini, takintilarini tam da o “siradanlik“ kalibi içinde bildik hususiyetsizligiyle görebilirsiniz burada. Ama o siradanliklarin içinde her insanin ayri bir âlem oldugunu da görebilirsiniz. “Siradan insanlarin“ toplu olarak, bir “ideal tertip“ halinde, ana karakterini teskil ettigini düsünebilirsiniz bu romancigin. Baris Biçakçi’nin “küçük insanlara“, “siradan hayatlara“ bakisinda gerçekten yeni bir sey var. Steinbeck ya da Orhan Kemalvari bir yan görebilirsiniz - ama tam öyle degil. Öyle büsbütün toplumcu-gerçekçi degil. Sait Faik’le yakinlik kurdugunuz anlar olabilir - ama öyle bir “küçük adam“ romantizmi yok burada, fantastik ögeler yok. Yusuf Atilgan’i düsünebilirsiniz - ama onda görebileceginiz “karanlik“ yok burada. Sevgi Soysal’in Yenisehir’de Bir Ögle Vakti gezintisini hatirlayabilirsiniz tabii ki - ama Biçakçi’nin anlatisi “o çesit“ politik degil. Baska yazarliklarla kiyaslamaya elverecek pek çok sinyal veriyor Herkes Herkesle Dostmus Gibi, ama belirgin bir esin baglantisi yok, yakin akrabalik bulmak zor. Gerçekten de yeni bir sey var. Herkes Herkesle Dostmus Gibi, bütün bunlarin yaninda, bir Ankara gezintisi. Özel surette hiçbir tasvire girmeden, hiçbir köseyi bir cümleyle olsun resmetmeye kalkismadan, ama Ankara’nin çok mahallesini, caddesini, sokagini, meydanini laf arasinda anarak, oralarin küçücük ayrintilarindan bir iki sözcükle bahsederek, bu kentle ilisigi olmayanlarin hiç basini agritmaksizin, ilisigi olanlarin içini isitiyor. Herkes Herkesle Dostmus Gibi’den, “baskent“-Ankara, “bürokrasi kalesi“-Ankara degil de, iste o basit insanlarin yasadigi Ankara göz kirpiyor!(Tanitim Bülteninden)
Sayfa Sayısı
karışıkçokrenkli