Ahmet Muhip Dıranas’ın bu pek sevdiğim şiirinde Fahriye Abla, eviyle, kıyafetiyle, gülüşüyle, evliliği ile hâsılı ona ait pek çok şeyle şairin hafızasında yer ederken pencerede yaz kış daima yeşil olan, yeşil kalan bir çiçekten de bahsetmeden duramıyor şair: Itır.
Günümüz gençleri muhtemelen bu çiçeği bilmezler. Şimdi sıklamen, orkide, sukulent, kaktüs cinsi çiçekler moda. Belki yaz gelince mis gibi kokusuyla ve sivrisinekleri camdan uzaklaştırmasıyla meşhur fesleğeni de bilirler. Bahçeli evlerden apartman dairelerine sıkıştığımızdan mıdır nedir, çiçek de hayatımızdan gün geçtikçe uzaklaşıyor. Buna biraz da tembellik eklenince çiçeksiz balkonlar, çiçeksizlikten boynunu bükmüş pencereler ve hatta git gide balkonsuz evlere hapsoluyoruz, kafesteki kuş misali. Gençler çareyi minik terrarium sahibi olmakta buluyor. Hem modaya uygun, hem az yer kaplıyor, hem fazla bakım istemiyor hem de uzun zaman yaşıyor içindeki sukulent tarzı çiçekler. İsmi de cafcaflı. Terrarium... Ne kadar modern!
Halbuki ıtır denince benim gözümün önünde minik bir buket canlanır. Eceabat yöresi köy düğünlerinde nişanlı kızların kulaklarının üst kısmında duran, başlarına taktıkları krebe tokayla veya iğneyle tutturulmuş minik bir çiçek buketi. Bu buketi hazırlama görevi kayınvalidenindir. Nişanlılık süresi ne kadar uzarsa uzasın, her düğünde muhakkak hazırlanan, gelinin başına takılan ve tanıyan tanımayan herkesin, kızın nişanlı olduğunu anlamasını sağlayan buket.
Köy düğünleri genellikle harman sonu denilen ve Ağustos ayının sonlarına denk gelen zamanda yapılır köylerde. Çiftçiler o zamana kadar tarladaki mahsulü toplamış, beden gücü isteyen işleri sonlandırmış olurlar, işte bu zamanlarda bahçelerde gül çiçeği pek bulunmasa da hemen her evin bahçesinde karanfil bulunur. Bir veya iki kâranfil, bir iki yaprak ıtır ve minik bir dal fesleğen bir araya getirilip makara ipiyle sap kısmından sarıldıysa, gelinin çiçeği hazır demektir. Düğünün en ağır misafirlerinin de geldiği 'Çarşamba düğünü' denilen bölümünde, düğünden hemen önce nişanlı kızın kayınvalidesi gelininin evine gidip buketi bırakır. Gelininin ne giyeceğine bir göz atar hatta giyinmişse çiçeği bizzat gelin kızının başına takar.
Genç ve güzel bir gelin gördüyse bir kız çocuğu, çiçek de böyle yeşilli-pembeli veya yeşilli-kırmızılıysa, küçük bir çocuğun hafızasına ilk gördüğü andan itibaren nakşedilmiş olması ve torun sahibi olduğu şu yaşına kadar unutulmaması normaldir.
Düğünlerde oynamak için önce evlenen gelin hanım ve sağdıcı oyun yerine çıkar, onlar şöyle bir iki dönüp yerlerine oturduğu zaman nişanlı kızlar teker teker ortaya gelirler. Karşılarında görümce veya elti olduğu halde biraz oynayıp dururlar. Nişanlı kızın kayınvalidesi düğün hediyesi olarak hazırladığı bohçayı açıp içindekileri yenge hanım vasıtasıyla gelinin omuzlarına teker teker koyar. Düşecek gibi veya mahremiyeti olan eşyalar çabucak kız tarafından biri eliyle toplanır, bohçadaki her eşya böylece sergilendikten sonra bütün eşyalar bohçaya tekrar konur ve düğün bitiminde kız annesi bohçayı kız evine götürür. Sadece çiçek kalır nişanlı kızda o günün düğünü bitinceye kadar, şu ıtır, karanfil ve fesleğenden oluşan muhteşem kokulu minik buket...
Yazar Adı
H. Nurhayat Örencik
Sayfa Sayısı
karışıkçokrenkli