500 milyonluk, göz kamastirici bir miras ve zit karakterde iki vâris: Fransiz doktor Sarrasin ve Alman profesör Schultze.
Bu olaganüstü mirasin vârislerinden Sarrasin kendi payiyla, insanlarin en saglikli kosullarda yasayabilecekleri, France-Ville adinda bir örnek kent kurarken, Schultze, savas makineleri üreten Çelik-Kent’i insa eder. Birinin amaci insanlarin yasam kosullarini iyilestirip ömürlerini uzatmak, digerininkiyse ölümün kara gölgesini her yere yaymaktir.
Dr. Sarrasin’in genç dostu Marcel, Profesör Schultze’un planlarini ögrenmek için hayatini ortaya koyarak Çelik-Kent’e sizar. Marcel’in ortaya çikardigi gerçekler dehset vericidir. Profesör Schultze’un ölümcül planlarini bozmak için harekete geçen Marcel ve France-Ville sakinleri artik zamanla yarismaktadir.
Bilimsel öngörülerine alisik oldugumuz Jules Verne, bu kez, insan yikiciliginin sinir tanimazligini da çok önceden öngördügünü gösteriyor bizlere.
EJDERHANIN ININDE
Genç Alsace’linin talihinin ilerleyisini izleyen okuyucu, birkaç haftanin sonunda onu Herr Schultze’nin samimiyetini tamamiyla kazanmis olarak buldugunda muhtemelen, sasirmayacaktir. Bu ikisi birbirlerinden ayrilmaz olmuslardi. Çalismalar, yemekler, parkta yürüyüsler, birkaç litre biranin üstüne uzun pipolari tüttürmeler… bunlarin hepsini birlikte yapiyorlardi. Iena Üniversitesi’nin sabik profesörü daha önce hiç bu kadar gönlüne göre, leb demeden leblebiyi anlayan, teorik verilerini hizla uygulamaya koymayi bilen bir çalisma arkadasina rastlamamisti.
Marcel yalnizca mesleginin bütün dallarinda üstün niteliklere sahip bir yetenek degil, ayni zamanda son derece sevimli bir arkadas, görevine fazlasiyla bagli bir çalisan, en mütevazi deyisle verimli bir mucitti.
Herr Schultze ona hayrandi. Günde on kere kendi kendine in petto1 sunlari söylüyordu:
“Ne büyük bir bulus! Bu oglan gerçek bir inci!“
Isin gerçegi, Marcel korkunç patronunun kisiligini ilk bakista anlamisti. Onun hakim özelliginin, yirtici bir kibirle disa vurulan, her seyi yutan devasa bir egoizm oldugunu görmüs, her aninin ve bütün davranislarini bunun üzerinden düzenlemeye dindarca bir özen göstermisti.
Genç Alsace’li kisa bir süre içinde bu klavye üzerinde parmak gezdirme tarzini öyle iyi ögrenmisti ki, Schultze’yi piyano çalar gibi çalmaya baslamisti. Taktigi, mümkün oldugu kadar kendi yeteneklerini ortaya koymak; ama her zaman kendisi üzerinde üstünlük saglayacak bir firsat birakmaktan ibaretti. Mesela bir çizimi mi bitirdi, her seyi mükemmel yapiyordu, görülmesi ve düzeltilmesi kolay bir hata hariç,ve eski profesör bunu derhal, büyük bir heyecanla gösteriyordu.
Teorik bir fikri mi var, konusmayi öyle yönlendiriyordu ki Herr Schultze bunu kendisinin buldugunu zannediyor. Hatta bazi kereler daha da ileri giderek mesela söyle bir sey söylüyordu:
“Benden istediginiz su ayrilabilir mahmuzlu gemi planini çizdim.“
“Ben mi istemistim?“ diye cevap veriyordu daha önce hiç böyle bir sey düsünmemis olan Herr Schultze.
“Elbette! Unuttunuz mu yoksa?... Düsman gemisinin yan tarafina üç dakikalik bir aradan sonra patlamak üzere dilimli bir torpil birakan ayrilabilir mahmuz!“
“Hiçbir sey hatirlamiyorum, kafamda öyle çok fikir var ki!“
Ve Herr Schultze, bu yeni icadin fikir babaligini özenle cebe indiriyordu.
Her seyin ötesinde belki de, bu manevralara yalnizca yari yariya aldaniyor, muhtemelen içten içe Marcel’in kendisinden daha güçlü oldugunu seziyordu. Fakat insan beyninde gerçeklesen esrarengiz isleyislerden birinin etkisiyle kolayca, üstün “gibi görünmek“ ve özellikle memuruna kendisini farkli göstermekle yetinmek noktasina geliyordu.
Bazen, sessiz bir gülüsle çenesinin otuz iki “domino tasi“ni göstererek, “bu sabah bütünüyle aptal!“ diyordu kendi kendine.
Zaten sahip oldugu kibir kisa süre içinde bir telafi yöntemi bulmustu. Dünya üzerinde yalnizca o, bu türden sanayi rüyalarini gerçeklestirebilirdi. Bu rüyalar yalnizca onun sayesinde ve onun için deger kazanmisti!.. Marcel nihayetinde, onun, Schultze’nin yarattigi organizmanin dislilerinden biriydi s
Çevirmen
Nihan Özyıldırım
Sayfa Sayısı
karışıkçokrenkli