XX. Yüzyılda Dilbilim ve Göstergebilim Kuramları iki ciltten oluşuyor: 1. Tarihçe ve Eleştirel Düşünceler; 2. Temel Metinler. İlk cilt, hem doğrudan doğruya dilbilim ile göstergebilimde hem bu alanlarla yakından bağlantılı anlatıbilim, yorumbilim, yazınsal eleştiri, yazınbilim, alımlama estetiği, yapıbozucu eleştiri, çeviribilim, vb’nde çığır açmış ya da çevresindeki araştırmacılara tutarlı bir çözümleme modeli sunabilmiş kuramcıların temel kavram, ilke ve yöntemlerini ayrıntılı bir biçimde tanıtmayı, tartışmayı, değerlendirmeyi amaçlıyor. İkinci cilt ise hem doğrudan doğruya dilbilim ile göstergebilimde hem de bu alanlarla yakından bağlantılı anlatıbilim, yorumbilim, yazınsal eleştiri, yazınbilim, alımlama estetiği, yapıbozucu eleştiri, çeviribilim, vb’nde çığır açmış ya da çevresindeki araştırmacılara tutarlı bir çözümleme modeli sunabilmiş temel metinlerden bölümler sunuyor.
“XX. yy., dil bilimlerinin doruk noktasına ulaştığı bir çağ olarak da tanımlanabilir. Gerçekten de bu yüzyılda dil bilimleri alanında girişilen öncü araştırmalar, yalnızca doğal dillerin yapısına ilişkin çözümleme ve betimleme yöntemlerinin düzenlenmesine yol açmakla kalmamış, aynı zamanda doğal diller dışındaki öbür anlamlı dizgelerin, anlamlı bütünlerin de yapısını, kuruluşunu çözümleyebilecek, yorumlayabilecek ve bir bakıma “insanın insan için, dünyanın insan için taşıdığı anlamı” kavrayabilecek yaklaşım örnekçelerinin (modellerinin) geliştirilmesine de katkıda bulunmuştur. Şu bir gerçek ki, dilbilim araştırmaları, belli bir süreç içinde, akımlar ve okullar çerçevesinde, değişik temeller üstünde kuramlaşırken, dilbilim yöntem(ler)ini kalkış noktası olarak benimseyen ve doğal diller dışındaki gösterge dizgelerinin anlamsal düzenlenişini araştıran göstergebilim de, özellikle 1960’tan sonra büyük hızla gelişen bir bilim dalı, bilimkuramsal bir yaklaşım biçimi olmuştur.” I. cilt, Önsöz’den “XX. yy’ın başlarında, Avrupa’daki dilbilimciler, çeşitli düzeylerdeki dilsel öğelerin düzenini araştırmaya ve bu öğeler arasındaki karşılıklı bağıntıları saptamaya çalışırken dizge, yapı kavramlarını ortaya atmışlardı. Öte yandan, Amerikan dilbilimcileri de, hemen hemen aynı dönemlerde, özgün bir yapı kavramı geliştirdiler: Onlara göre, yapı, öğelerin birbirleriyle birleşmesinden ve birbirinin yerini almasından doğuyordu. Avrupa yapısalcılığı, öğeler arası karşılıklı bağıntılara ağırlık verirken, Amerikan yapısalcılığı, dilsel öğeleri yerlerine, geçirdikleri eşsüremli değişimlere, birbirlerinin yerini almalarına, daha doğrusu dağılımlarına göre betimleniyordu. Böylece, bazı açılardan ayrı doğrultulara yönelseler de, Avrupa ve Amerika’daki dilbilimcilerin, aynı dönemlerde, eşsüremli bir yaklaşımı benimsedikleri, sözlü dilin yapısını betimlemeye yöneldikleri görülür. İşte Amerikan dilbiliminin bu başlangıç dönemi Amerikan Dilbilim Okulu ya da Amerikan yapısalcılığı diye adlandırılmaktadır.” 1. cilt, Amerikan Yapısalcılığı’ndan “Dilsel olmayan göstergebilimler. Göstergebilimsel tasarının dilbilime göre konumunu belirlemedeki zorluk, Saussure’ün gösteren ve gösterilen ikilisiyle kurtulmaya çalıştığı, dil ile düşünce arasındaki ilişkilere özgü felsefi önvarsayımlardan ileri gelir. Doğal dillerin eklemlenişine ayrılmaz biçimde bağlı olan ruhsallık öngerçeği, dilsel olmayan anlamlı dizgeler için dilsel olarak eklemlenmiş bir gösterilenin aracılığını zorunlu kılıyor ve bunları ikincil ve türev gösterge dizgeleri olarak nitelendiriyordu. Yüz elli yıl boyunca sürekli ve çelişkisiz etkinlikler göstermiş tek insan bilimi olarak bilinen dilbilimin düzenlediği örnekçelerin (modellerin) değeri, her ne kadar tartışılamazsa da yayılmacılığı da benimsenemez: Sözgelimi, resim göstergebilimini, yalnızca resim üstüne yazılmış söylemlerin çözümlemesine indirgemek sakıncalıdır. Göstergebilimin görevi, yalnızca dilsel olarak eklemlenmiş anlamsal bütünleri değil, “yaşanmış olan”, “hissedilmiş olan”, “etkilenilmiş olan” gibi deyişlerin altında yatan dolaysız anlamlamaları da açıklamaktır. D
Sayfa Sayısı
karışıkçokrenkli